Son Dakika
Artvin’de Hanehalkı Sayıları Yükseldi
Arhavi Belediyesi’nde Toplu İş Sözleşmesi İmzalandı
Artvinlilerin Büyük Buluşmasına Az Kaldı!
Borçka’da “Yemekevim” Hizmete Açıldı!
TÜİK Açıkladı: Artvin Nüfusuna Kayıtlı Kişilerin Yüzde 33,5’i Artvin’de İkamet Ediyor
“Beşpare Ekolojik Köy Projesi” Bilgilendirme Toplantısı Yapıldı
Not: Yazı biraz muğlak (karışık) gibi oldu. Çünkü konuyu tam kavrayamadım. Bu yazı “farz” kavramını anlama çabası olarak değerlendirilmelidir.
1.Farz Kavramının Kökeni
Farz masdar olarak “sert bir şeyi kertmek, kesip parçalara ayırmak; bir şeyi belirlemek, kesinleştirmek”, isim olarak da “belirlenmiş, kesinleştirilmiş şey, pay, nasip” gibi mânalara gelir.[1] Farzın asıl anlamı, birbirlerinden ayırt etmek için okların üzerinde bir işaret olarak çentik açmaktır. Nitekim su kaynaklarında herkesin payını bilmesi için konulan işaretlere “furza” denilmektedir.
Farz kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’in gelmesiyle birlikte asıl anlamıyla bağlantılı olarak “dinde belirlenmiş miktarlar, sabit ve lâzım emirler” şeklindeki teknik anlamını kazanmıştır.
2.Farz Kavramının Muhtelif Manaları
2.1.Farz Kavramının Kur’an- Kerim’de Değişik Anlamlarda Kullanılması
“Kendilerine mehir belirleyerek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, belirlediğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır.”( Bakara, 2/237.) ayetinde olduğu gibi “belirlemek”;
“Allah’ın, kendisine helâl kıldığı (farz) şeyde Peygamber’e herhangi bir vebâl yoktur. (Ahzâb, 33/38) ayetindeki gibi “helal kılmak”;
“Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size beyan etmiştir”( Tahrîm, 66/2.) ayetinde olduğu gibi “beyan etmek” şeklinde kullanılmıştır.
2.2.Farz Kavramının Hadislerde Kullanılması
Farz, hadislerde bazen vacip ile eş anlamda kullanılmıştır: Müslim’in rivayet ettiğine göre Ebû Hureyre şöyle demektedir: “Allah resûlü bize hutbe okuyarak “Ey cemaat! Allah size haccı farz kılmıştır. Öyleyse haccedin!” buyurmuştur. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak: “Her sene mi Ey Allah’ın resûlü?” diye sorunca Hz.
Peygamber sükût etmiş ama aynı adam üç defa tekrar edince Hz. Peygamber “Evet desem (her sene) vacip olur. Siz de buna güç yetiremezsiniz” buyurmuştur.”
2.3.Farz Kavramının Fıkıhta Kullanılması
Fakihler farzı bazen Kur’an-ı Kerim’de de yer aldığı gibi “beyan etmek” anlamında kullanmışlardır. Bu anlamda farz, ister emredilsin ister nehiy edilsin, isterse mubah kılınsın Allah tarafından beyan edilen bütün hükümler hakkında kullanılır.Zaten terim manasında farzda da bu anlam mevcuttur. Nitekim namaz ve oruca farz denilmesinin sebebi, nasıl, ne şekilde ve ne zaman yerine getirileceklerinin Allah tarafından belirlenmiş ve beyan edilmiş olması nedeniyledir. İmam Şafiî’nin yolculukta namazın kısaltılmasıyla alakalı olarak söylediği “Sen, Kur’an’ın bu konudaki farzının, kesin değil de ruhsat olduğunu düşünüyorsun” sözünde farz terim anlamında değil “beyan etmek” anlamında kullanılmıştır. Yine farzın bu anlamıyla alakalı olarak farîzanın çoğulu ferâiz sadece farz olan hususlar hakkında kullanıldığı gibi Allah’ın emrettiği ve nehiy ettiği bütün helalleri, haramları ve hadleri kapsayan geniş bir manada da kullanılmıştır. [2]
2.4.Farz Kavramının Mezheplere Göre Farklı Manaya Gelmesi
Hanefî mezhebi dışındaki mezheplerde ayrıca bir “vacip” kavramı yoktur, farz ile vacip aynı anlamdadır. Hanefî mezhebi, kesinlik derecesine ulaşmamış bir delil ile sabit olan şeyi vacip kapsamına sokar. Diğer mezhepler ise Hanefî mezhebinin vacip saydığı şeylerin bir kısmını farz, bir kısmını da sünnet sayarlar. Mesela namazda ta’dil-i erkân yani kıyam, rükû, sücûd gibi her rüknünü rahat bir şekilde yerine getirmek, bu esnada organların hareketsiz ve sakin kalmasını sağlamak Ebu Hanife’ye göre vacip, diğer mezheplere göre farzdır. Diğer taraftan Hanefî mezhebinde vacip olan vitir ve bayram namazları Şafiî mezhebinde sünnettir.[3]
Hanefilere göre farz ile vâcip şer’an eş anlamda değildir. Çünkü farz sübutu ve delâleti kesin olan bir delille sabit iken, vacib zannî bir delille sabit olan hükmü ifade eder. Bu yüzden vacibin kesinliği farzın kesinliğinden daha azdır. Bu nedenle şer’î bir işte farz terk edilirse bu iş bâtıl olur. Meselâ; Arafat’ta vakfeyi veya namazda abdesti terk etmek bu ibadetleri batıl kılarken, Safâ ile Merve arasındaki “sa’y” ile dört rek’atlı namazlarda birinci oturuşu terk etmek hac ve namaz ibadetini bozmaz.[4]
3.Farz Çeşitleri
3.1. Farz-ı Ayn
A-Tanım: Farz-ı ayn, mükelleflerden her birinin yapması gerekli olan farzdır. Beş vakitte namaz kılmak, oruç tutmak, şeriata uygun olarak yapılmış sözleşmelere bağlı kalmak gibi.
B-Farz-ı Ayn İçindeki Farzlar
1- İlm-i Farz: Farz-ı ayn olan ilmi öğrenmek farzdır. Mesela namaz kılmayı öğrenmek farzdır.
2- Amel-i Farz: Farz-ı ayn olanları yapmak da farzdır. Mesela her Müslüman’a namaz kılmak farzdır.
3- Miktar-ı Farz: Her vakitteki namaz kaç rekat ise o kadar kılmak farzdır. Yılda bir ay oruç tutmak farzdır. Bu miktarları artırmak, eksiltmek caiz olmaz.
4- İtikad-i Farz: Farzların farz olduğuna, inanmak da farzdır. İnanmamak küfür olur.
5- İhlas-i Farz: Farzları yaparken yalnız Allah rızası için yapmak da farzdır. Riya ile yapmak haramdır.[5]
3.2. Farz-ı Kifâye: Farz-ı kifâye, mükelleflerden bir kısmının yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalktığı farzdır. Bunlar, İslâm’ın topluma yüklediği görevlerdir. Farz-ı kifâye olan bir görev, mükelleflerden bir kısmı tarafından yerine getirildikten sonra diğerleri sorumluluktan kurtulurlar. Bu görevi hiç kimse yapmazsa mükelleflerden her biri bundan sorumlu olurlar. Cenaze namazının kılınması, cihad, yargı (kaza) ve fetva işlerinin yerine getirilmesi, dini ilimlerde ve toplumun ihtiyaç duyduğu diğer bilim dallarında yetişmiş elemanların bir kısım sanat ve meslek erbabının bulunması ve düşmana karşı hazırlıklı olma gibi görevler birer farz-ı kifâyedir. Bu görevleri yerine getirenler bunun sevabını alırlar.
3.3. Farz-ı Kat’î :Farz-ı kat’î, şer’i bir delilin açık ve kesin ifadesiyle sabit olan, yani ya Kur’an-ı Kerim’in ya da Peygamberimize ait olduğu kesin olarak sabit olmuş bir hadis-i şerifin açık ifadesiyle belirlenmiş olan farzdır. Namaz, zekât ve cihad gibi. Farzın bu çeşidini inkâr etmek kişinin dinden çıkıp kâfir olmasına sebep olur. Hem itikad yani inanma bakımından hem de amel, yani işlenmesi bakımından farz olduğu için buna farz-ı itikadî ve farz-ı amelî de denir.
Müçtehidlerce kat’i bir delile yakın derecede kuvvetli görülen, zanni bir delil ile sâbit olan vazifedir ki, amel hususunda farz-ı kat’î kuvvetinde bulunur. Buna farz-ı amelî de denir. Meselâ: Abdestte mutlaka başı meshetmek bir farz-ı kat’îdir. Başın dörtte birini meshetmek bir farz-ı amelîdir.[6]
3.4. Farz-ı Zannî: Zan; sanmak, sezmek, bir şeyi kesin olmaksızın bilmek ve inanmak demektir. Farz ise; sabit oluşu ve anlama delâleti kesin olan bir delile dayalı bulunan Allah ve Rasûlünün emirlerini ifade eder. Zannî farz tamlaması Hanefî usul bilginlerince benimsenen “vâcib” in karşıtı olarak kullanılmıştır.[7]
Farz-ı zannî, müçtehitlerce kat’î bir delile yakın derecede kuvvetli görülen zannî bir delil ile sabit olan farzdır. Bu, itikad yani inanma bakımından farz-ı kat’î gibi değildir. İnkâr eden kâfir olmaz. Fakat amel yani işlenmesi bakımından farz-ı kat’î gibidir, bu sebeple farz-ı amelî adını alır. Bir ictihad sonucu ortaya çıkması bakımından farz-ı ictihadî adını da alır. Farz-ı kat’îde mezhepler arasında hiç bir ihtilaf görülemez. Ama farz-ı zannî mezheplerin ihtilaf ettikleri sahadadır. Mesela, abdestle ilgili ayet-i kerimde “… ve başınızı meshediniz. …” (Maide 5/6) buyrulduğundan abdest alırken başın meshedilmesi bir farz-ı kat’îdir. Bu konuda mezheplerden hiç birinin ihtilafı yoktur. Çünkü abdest alırken başın mesh edilmesi ayet-i kerimenin açık ifadesiyle emredilmiştir. Ancak ayette başın ne kadarının mesh edilmesi gerektiği belirtilmemiştir. Bu sebeple müçtehidler, yaptıkları araştırma ve incelemeler sonucu kendilerince kat’î bir delile yakın derecede kuvvetli olan zannî bir delil ile başın ne kadarını mesh etmenin farz olduğuna dair içtihatlar yapmışlardır. Malikî mezhebine mensup hukukçulardan Ebubekr İbnü’l-Arabî (468/543 h. /1076/1148 m.) Ahkâm’ül-Kur’an adlı eserinde (Darü İhyâ’il-Kütübi’l-Arabiyye, 1376/1957, C. II, s.568 vd.) konuyla ilgili 11 ayrı görüş tespit etmiş ve bunların tartışmasını yapmıştır. Şafiî mezhebine göre saçın bir tek teli veya başın küçücük bir kısmı da olsa adına mesh denebilecek herhangi bir işlemle başın mesh edilmesi yeterlidir. Malikî ve Hanbelîlere göre başın tamamının mesh edilmesi farzdır. Hanefî mezhebine göre ise farz olan, başın dörtte birinin mesh edilmesidir. Tamamının mesh edilmesi ise sünnettir.[8]
3.5. Hem İnanmayı Hem De Amel Etmeyi Gerektiren Farz: Namaz, oruç, hac, zekât emri gibi.
3.6.Sadece Amel Bakımından Olan Farz: Bu ise zannî bir delille sabit olan farzdır. Kurban kesmek, namazda Fâtiha’yı ve oturuşlarda “Tahiyyât” okumak gibi.[9]
3.7.İtikadi Farz: Hanefilere göre bir şeyin farz olabilmesi için o şeyin farz olduğu konusunda tüm ümmetin icmâ etmiş olması gereklidir. Haber-i vahit veya meşhur haber ile sabit olmuş bazı fiilleri Hanefilerin i’tikâdî farz olarak görmelerinin nedeni de muhtemelen bu fiiller konusunda ümmet arasında bir ihtilafın bulunmamasıdır. Örneğin namazdaki ikinci secde haber-i vahit ile sabit olmasına rağmen Hanefiler, bunu farz olarak kabul etmektedir. Yine Arafat vakfesi ile ilgili “Hac Arafat’tır” haberi genel olarak meşhur kabul edilmesine rağmen Hanefilerin tamamı, Arafat vakfesini farz/rükün olarak görmektedir. Zira bunların farziyeti konusunda bir ihtilaf olmadığı için bu konuda icmâ oluşmakta ve konu ile ilgili zannî olan haberler icmâ ile kat’i hale gelmiş olmaktadır.[10]
3.8.Ameli Farz: Bazı Hanefiler amelî farzı, farzın; diğer bazıları ise vâcibin bir türü olarak görmektedir. Bununla birlikte her iki görüş sahiplerinin amelî farza yükledikleri anlamın aynı olduğu görülmektedir. Amelî farz, inkârının küfrü gerektirmemesi açısından bakıldığında vâcibe; terk edilmesi durumunda söz konusu fiilin yerine gelmiş kabul edilmemesi açısından ise farza benzemektedir.[11]
5.Farz Vacip
Ayrımının Sonuçları
Hanefî fıkıh usulü eserlerinde farz ve vâcibin
sonuçları şöyle özetlenir: Bu fiilleri Allah’ın buyruğuna uyma iradesiyle
yerine getirenler dinen övgüye lâyık kabul edilir ve sevaba hak kazanırlar.
Farzı inkâr eden dinden çıkmış olur, geçerli mazereti olmaksızın terkeden ise
fâsık durumuna düşer. Vâcibi inkâr eden dinden çıkmaz, haber-i vâhidi hafife
aldığı için terkeden fâsık kabul edilir; yorumdaki ictihad farklılığı sebebiyle
yerine getirmeyen ise fâsık sayılmaz. Her iki fiili mazereti olmaksızın
terkeden dinen kınanmaya ve uhrevî cezaya müstehak olur.[12]
[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/farz
[2] DİLEK, Uğur Bekir, Teklîfî Hüküm İfade Eden Kavramların Doğuşu, Gelişimi Ve Terimleşmesi, İslam Hukuku Araştırmaları Dergi s i , s y. 18, 2011, s.217
[3] http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/farz-nedir-neye-denir-cesitleri-var-midir.html
[4] https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/zanni-farz
[5] http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2612
[6] https://sorularlarisale.com/osmanlica-ve-dini-terimler-lugati?kelime=FARZ-I%20ZANN%C3%8E
[7] https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/zanni-farz
[8] http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/farz-nedir-neye-denir-cesitleri-var-midir.html
[9] https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/zanni-farz
[10] https://www.researchgate.net/publication/320734563_HANEFILERIN_AMELI_FARZ_KAVRAMINA_DAIR
[11] https://www.researchgate.net/publication/320734563_HANEFILERIN_AMELI_FARZ_KAVRAMINA_DAIR
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
15 Şubat 2019 Erhan Kırmızı, Köşe Yazıları
14 Şubat 2019 Erhan Kırmızı, Köşe Yazıları
12 Şubat 2019 Köşe Yazıları, Tolga Gül
12 Şubat 2019 Köşe Yazıları, Tolga Gül